Kozmik Enerji ve Modern Bilimsel Teoriler
Dünya devamlı olarak Uzaydan gelen enerjileri alır ve bu enerjilerin aslan payını da güneş enerjisi oluşturur. Fakat aynı zamanda Dünya aldığı miktarda enerjiyi geri verir. Böylece kozmik enerji dengesi korunmuş olur. Bu yasanın herhangi bir şekilde ihlalinin – hem Dünya hem de üzerinde yaşayan canlılar için- dramatik ekolojik sonuçlar doğuracağı konusunda herkes hemfikir olacaktır. Dünyanın ve atmosferin toplam enerji stoğu bir sabittir ve imajlarla konuşursak, biz aslında bir enerji okyanusunda yüzmekteyiz. Bu, Dünya ile Uzay arasındaki enerji dengesinin nicel kısmıdır. Benzer şekilde insanoğlunun enerji dengesi de onun tüm sistemlerinin güvenliğini ve istikrarını sağlar. Enerji seviyesindeki fazlalık ya da eksiklik kişinin enerji ve bilgi alanının uyumunu bozar ve bu durum sonunda onun fiziksel durumuna yansır, örneğin kendini hastalıklar şeklinde gösterebilir. Enerji dengesinin insan yaşamındaki rolüne dair bütünsel yargı budur.
Ancak, kozmik enerji açısından bir kişinin enerji doygunluğunun niceliği çok önemli değildir. En önemli mesele aktif enerjinin kalitesi, yani enerji yapıları içindeki dağılımı, frekans parametreleridir. İnsanoğlunun atom ve moleküllerden oluştuğu ve Dünya’nın fiziksel bir elementi olduğu bilinen bir sırdır. Bana göre okuması yazması olan herkes fizik kitaplarına bakarak atomik merkezin ve atomun bir dönüş hızının ya da rotasyon özelliğinin olduğunu öğrenebilir. Atomik merkez kendi yörüngesi etrafında, elektronlar da merkezin etrafında dönerler. Bu hareket dönüş alanlarını ya da “bükülme alanları” denen alanları oluşturur. Modern Bükülme alanları teorisi oldukça ayrıntılı olarak tanımlanmıştır ve bu alanların özellikleri de detaylı şekilde tespit edilmiştir. Dönen atom bir bükülme alanı yaratır, öyleyse atomlardan oluşan her nesne birbiri içine dolaşmış karmaşık bükülme alanlarından oluşmaktadır. Tek bir hücre bile bu kadar karmaşık bir obje olarak ortaya çıkabilir. Muazzam sayıda çeşitli hücrelerin oluşturduğu bükülme geometrisinde, örneğin bir kişinin karaciğeri birleşik bir uzay-dalgasal yapıyı temsil eder. Kozmik Enerji uygulayıcıları bu organı uzay mikro-girdaplarının dönmekte olan karmaşık bir bütünü olarak görebilme ve izleyebilme yeteneğine sahiptirler. Diğer organlarımız da aşağı yukarı buna benzer şekilde görünür. İnsanların enerji ve bilgi kozalarını bu bükülme alanları oluşturur ve bu kozaların içinde farklı frekansta enerji titreşimleri ve akımları sürekli hareket halindedir. Herakles bu gerçeği 25 asır önce şöyle tanımlamıştır: ”Her şey akıyor.” Hareket halindeki farklı insanların enerji ve bilgi alanlarını algılayabilen kozmik enerji uygulayıcısı, her insanin benzersiz olduğunu da açık şekilde görebilmektedir.
Şunu söylemeliyim ki kozmik enerji şifacısının özellikle ilgi alanına giren kişilerin enerji kozasında yer alan belli alanlar izlenebilir. Bu alanlar binlerce yıldır açığa çıkmış bir sırdır ve eski Hint öğretilerinde çakralar olarak adlandırılırlar. Bu mesele ile ilgili modern bilimsel araştırmalarla karşılaştırdığımızda, çakraların insan yapısındaki en güçlü bükülme alanlarının odaklarını temsil ettiğini öne sürebiliriz. Çakralar omurganın iç kısmında dikey olarak sıralanmışlardır. Bükülme yapısının odağı ne kadar yüksekse, oluşturduğu bükülme alanının frekansı da o kadar yüksektir. Bir kural olarak bir kişinin enerji ve bilgi konfigürasyonları soldan sağa doğru döner. Çakralar da aynı yönde dönerler. Sol el konfigürasyonuna sahip bir kişiye (yani sağdan sola dönüş yapan bir konfigürasyona sahip kişi) ise birkaç milyar insanda bir rastlanır. Ancak deneyimli bir kozmik enerji şifacısı çakraların dönüş yönünü vücudu muayene etme ya da iyileştirme amacıyla değiştirebilir.
Şimdi bükülme alanlarının – ki bunlar bizim cismani olmayan evrensel enerji yapılarımızdır- bazı özelliklerinden bahsetme zamanı geldi. Bir bükülme alanının en büyük özelliği herhangi bir doğal maddesel engelden hiç enerji kaybetmeksizin nüfuz edebilme yeteneğidir. Bu demektir ki kendi alanının yapısı içinde her insan aynı yetiye sahiptir. Bir başka deyişle herkes bir duvarın içinden öbür tarafa geçebilir, sorun bunu nasıl yapacağını bilmektedir. Kişinin bunu da yürümeyi, konuşmayı vs öğrendiği gibi öğrenmesi gerekir. Sonuçta bu bir tartışma değil, uygulama meselesidir. Eğer sizden elinizi havaya kaldırırken ne yaptığınızı açıklamanızı istesem, bunu çok zor açıklayabilirsiniz.
Bükülme alanlarının bir başka önemli özelliği de olayları hafızada saklama yetenekleridir. Bir başka deyişle, bir kişi kendi alan yapısını fiziksel bir boşlukta saklayabilir. Bu etki uzun bir süre bozulmadan korunur, belli bir miktarda bilgi ve farkındalığa sahip olur ve sonuç olarak da bazı aksiyonlar alabilecek yetiye ulaşır. Kozmik enerjide bunu için özel bir terim kullanılır: Fantom. Fantom, danışanın şifacıdan uzakta olduğu uygulamalarda kullanılır. Burada bir Fantomun hızının bir uçağın hızını geçmeyecek küçüklükte olduğu bilgisini de burada ekleyebilirim. Bu konuşmanın sonucunda, aslında jeopatik alanların, bükülme ışımasının arka planını temsil ettiğini vurgulamak istiyorum. Bu alanlar, genellikle bir insanın enerji ve bilgi alanı üzerinde kalıcı etkilere, fiziksel ve psikolojik patolojilere yol açar.
Bükülme alanları bilgi taşıyıcılarıdır ve Evrenin Bilgi Alanının fiziksel temellerini temsil ederler. Bu bağlamda akademisyen M. I. Markov’dan bir alıntı yapmak istiyorum:
”Evrenin Bilgi alanı çok ince katmanlardan oluşur ve birbirinin içine geçmiş “Matruşka” bebeklerini andırır. Her bir katman, Mutlaklığa kadar, hiyerarşik olarak daha yüksek katmanlarla bağlantılıdır.“
Bir çok araştırmacıya göre, Dünya’nın bilgi alanının yapısı da katmanlardan oluşur ve bu yapı gezegenimizin ve onun üzerinde yaşayan tüm varlıkların bilgisini taşır. Bu alanın amacı Dünya ve onun üzerinde yaşayan tüm insanlar arasında bilgi alış verişinin sağlanmasıdır. Bilinç katmanı, tüm dünya varlıklarının bilinçlerinin toplu etkileşiminden doğan bir enerji ve bilgi alanını temsil eder.
Evrenin bilgi alanının bir uzay boyutu vardır ve Evrenin bütünü ile insan da dahil olmak üzere onun tüm diğer seviyelerinin bilgisini içerir. Bu alan her bir insanın duyguları, deneyimleri ve bilgisinin heberini verir. Bu Evren modeli, savaşçılarımızın (büyücülerin) farklı dünyaların enerji ve bilgi düzeylerine yaptıkları seyahatler sırasında edindikleri kozmik enerji bilgileriyle de örtüşür.
İnsanoğlunun sayısız uzay bükülme alanlarının enerji ve bilgi sahalarını doğrudan algıalyabileceğini ve onları dönüştürebileceğini ifade ediyorum. Bilinen tüm ezoterik ekoller ve eskiye dayanan gelenekler de bu görüşle kesişiyor. Bir insan, kendisini belli titreşimleri algılayacak şekilde uyumlayabilir ve aldığı bilgileri kendi amaçları için kullanabilir.
Bu makalede bilerek alan teorisinin belli bazı özelliklerinden söz ettim. Bunu yapmamdaki amaç ileri düzeydeki bilimsel araştırmaların, insan yaşamının çoğu temel noktasının sırrını açığa çıkarmış kozmik enerji uygulayıcılarının teorik bakışlarıyla ne kadar yakın olduğunu göstermek ve kanıtlamaktı. Ve ben Dünyanın modern teorik bilimsel modellerinin, büyü uygulayıcılarının deneyimlerini hakkıyla açıkladıklarını görmekten memnunum.
Uygulanabilir kozmik enerji metodlarına atıfta bulunurken şunu söylemeliyim ki çağdaşlarımız için en hayati şey onlara kozmik titreşimleri nasıl hakkıyla algılayabileceklerini öğretmektir. Bir insan, organizmasını belli frekansları algılamak üzere uyumlamalıdır. Kozmik enerjideki takdis, öğrencilere böyle bir ayarama yapmayı öğretmeye yöneliktir. Öğretmen öğrencinin enerji ve bilgi yapısını böyle bir algıya uyumladığının bilincindedir. Sonunda öğrenci, Evrenin daha önceden algılayamadığı yeni frekanslarının titreşimlerini almaya başladıkça farkındalığı artar. Bu zenginleşmiş bilinç yeni bilgilerin kazanımıyla sonuçlanır. Örneğin kozmik titreşimleri algılamayı ve onları kullanmayı öğrenen bir öğrenci kendini iyileştirebilir ve ihtiyacı olanlara yardım elini uzatabilir hale gelir. Kendi enerji yapısını dengeleyerek güç, özgüven ve berraklık elde eder. Düşmanlık, sahiplenme ve diğer insanlara karşı takınılan olumsuz tavırlar ortadan kalkar. Kendi içlerinde uyumlu olmayı başaran insanlar iş ve özel yaşamlarımda daha mutlu ve başarılı olurlar. Ben bu yöndeki her türlü çabanın ve gayretin meşru ve insanlığın gelişimi için gerekli adımlar olduğunu düşünüyorum.
Şunu belirtmeliyim ki farklı frekanslardaki kozmik titreşimleri algilama yolları, bilinen ezoterik öğretilerin ve geleneklerin taraftarlarına da öğretilir. Sıradan bir kişi yalnızca maddesel dünyanın farkındadır ve kendisini maddesel bir varlık olarak görür. Tam da bu aşamada başka algılama şekillerinin, başka dünyaların ve varlıkların varlığına inanması zordur. Bir insan kendi dünya anlayışını sözde bir içsel diyalogla – sürekli kendi kendine konuşarak besler. Bu içsel diyalog bir yandan kişinin İyi Dünyadan gelen varlıkların olası etkilerini engellerken bir yandan da kişinin psişik gelişimini engeller. Bu varlıkların büyük kısmının bizlerle geçinmek gibi bir niyetleri olmadığını söylemeliyim. Onların davranışları ve niyetleri korkunç görünebilir. Bunun çeşitli nedenleri olabilir ama bunları tartışmak çok zaman alır, o nedenle burada bu meseleyi irdelemeyeceğim. Yalnızca şu kadarını söyleyeyim ki bu varlıkların yaptıkları Hristiyan zahitlerinin deneyimlerinde anlatılmıştır. Her ezoterik gelenek bu varlıklara, o varlıkların tabiatlarını bir nebze yansıtam belli adlar verirler. Kozmik enerjide biz bu varlıkları astral klişe varlıklar olarak adlandırıyoruz.
Yaygın frekansların arasından ayrılan birçok düşük seviyeli frekans vardır. Alt seviyedeki bir frekansın algılanışı bir önceki frekanstan daha düşüktür. Psişik uygulamalara kendi kendine başlayan ya da deneyimsiz bir öğretmen tarafından rehberlik edilen bir kişi kendini düşük seviyelerin frekanslarına uyumlanma tehlikesiyle karşı karşıya bulabilir. Sürekli olarak düşük seviyeli titreşimleri kullanmak öğrencinin bünyesinde değişikliklere neden olabilir ve bu değişiklikler onun daha iyi frekansları algılayabilme yeteneğini sınırlandırabilir. Böyle birinin aksiyonları gitgide daha fazla kontrol altına alınır. Kendinin önemli ve istisnai bir kişi olduğu hissi gitgide daha da büyür. Alt seviyelerdeki varlıklarla teması artar ve giderek sıklaşır. Sonunda bu temaslar normal bir iletişim yolu haline gelir. Bu anda kişi aldığı bilgileri çok zor analiz edebilir.
Genellikle bu kişi sözde “Ulu Güçler”in temsilcileri ile iletişimde olduğuna ikna edilir ve kendisinin seçilmiş biri olduğuna inanır. “Temasta” olan bu kişilerden biriyle konuştuğunuzda her birinin insan ırkının aptal temsilcilerine dersler öğretmek için “Ulu Güçler” tarafından bir zamanlar seçilmiş kişiler olduklarına inandırılırsınız. Öğretileri doktrinlerinin emsalsizliği, yeniliği ve kıyameti görebildiklerini ilan etmelerine kadar varır.
Bunun geri dönülemez bir durum olduğunu ve bu kişinin bir psikoloji kliniğinin bir hastası haline geleceğini burada belirtmeliyim. Bu tür vakalar baştan bellidir, ama burada dikkatinizi bu olgunun tehdidine çekmek istiyorum. Farklı mezheplerin çalışmalarının zararlı sonuçlarını kastediyorum. Hatta isimlerini bile verebilirim; hepsinin liderleri işe üstünlüklerini anlatmakla başlamış ve sonunda düşük seviyeli varlıkların enerji donörleri haline gelmişlerdir. Onlara yalnızca yaşadıkları süre boyunca sempati duyabiliriz ama öldüklerinde her şey çok daha trajik bir hale gelir.
Bu konunun altını çiziyorum çünkü herkes kendi gelişiminde astral dönem diye adlandırılan bir dönemden geçer. Ve ezoterik geleneklerin yandaşları bu süreci kendi öğrencileri için mümkün olduğunca kısaltmak için ellerinden geleni yaparlar. Kozmik enerjide bu aşamanın güvenliği düşük seviyede yerleşik varlıklarla aynı frekansa uyumlanma tabusu ile garanti edilir. Yalnızca kendilerini korumak için özel yolları öğrenmiş olan büyücüler bu alt seviyeleri keşfe çıkabilirler.
Bununla beraber kabul etmeliyim ki yeni öğrencilerimden benim okulumun geleneğini takip etmeyi reddeden bazıları, bu düşük seviyeli varlıklarla karşılaştılar. Aslında bu konuya asla böyle bir vurgu yapmazdım ama bu vakanın bir kenara bırakılamayacak 2 önemli yanı var: Birincisi, bir kişinin bilgisiz kalmaya can atması fikri beni çileden çıkarıyor. Bir kişinin neyi yapıp yapmaması gerektiğinin kendi kararı olduğunu söylemeye gerek yok. Ancak bana öyle geliyor ki çoğumuz bilgi edinmeye ve hayatın anlamını idrak etmeye çalışıyoruz. Çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanan birçok girişimde bulunuyoruz, ama her türlü çabayı göstermeye değer. Her birimiz Tanrı tarafından yaratıldık ve bilgiyi kimin hak edip kimin hak etmediğine biz karar vermemeliyiz. İncil “Yargılama ki hiç yargılanmayasın” der, öyleyse gelin Tanrı’nın hakkı olan bir şeyi kendi hakkımız olarak görmeyelim. Ve değinmeden geçemeyeceğim ikinci konu da kozmik titreşimlerle ilgili. Bir grup insan, ne kadar kötü niyetli olurlarsa olsunlar, evrenin güçlü enerjisini nasıl olur da kirletebilirler aklım almıyor. Bu düşünce Aesop’un kurt ve kuzu ile ilgili hikayesine işaret ediyor. Kuzu kendi susuzluğunu bastırmak için dere kenarına gittiğinde suyu kirletmekle suçlanır.. Bu suçlamaların altında ise yalnızca kurdun küstahlığı ve açgözlülüğü yatar.
Sonuç olarak okuyucunun dikkatini, kozmik enerji titreşimlerini tanımlamanın çeşitli yolları olduğu konusuna çekmek istiyorum. Bu makalede, alan teorisiyle ilgili bilimsel tanımlamaları kasten kullandım. Örneğin Sufizmin bir müridi olan G. Gourdgiev, 20. Yüzyılın başında kozmik enerji titreşimlerini bir dizi müzikal sesle gösterdi. Pythagoras ekolünün yandaşları altın-kısım, pi sabiti ve Fibonacci sayı dizileri gibi sayısal hipotezler öne sürdüler. “Ölülerin Kitabı’nda kozmik enerji ışık alanı ile karşılaştırıldı. Çinlilerin “Değişimler Kitabı’nda titreşimlerin hareketleri lineer geometri sembolleri ile açıklandı. Dao okulları ezoterik simya sembolleri kullandılar. Zen Budistleri açıklığa kavuşan çelişkili ifadeleri – koan’ları- yarattılar. Burada Gerçekliğin bütün tariflerinin alınan bilginin bir genellemesi ve tercümesi olduğuna işaret etmek istiyorum. Her biri yalnızca, inanılmaz çeşitlilikteki kozmik enerjilerin bazı yönlerini uygun şekilde tanımlıyor.
Tanımlamalar gerçeğe çok yakın olabilir. Ancak bir tanımlama ne kadar harika olursa olsun, onun yalnızca Realite’nin bir numunesi olduğunu ve Realite’nin ancak kişisel mistik deneyimlerle kavranabileceğini her zaman akılda tutmalıyız.