Akademisyen V. A. Petrov Makaleleri

Akademisyen V. A. Petrov Makalelerini Aşağıda akordiyonlu kolay okunabilir şekilde ulaşabilirsiniz. İyi Okumalar..

Dünyamız bir muammadır. Ve baktığımız şeyler yalnızca realitenin bütününü temsil ederler. Bunlar, bir zamanlar öğrencisi Carlos’a sezginin genişletilmesi ilkelerini anlatan eski ve bilge Kızılderili Don Juan’a ait.

Burada sıradan anlamının dışında ve kadim mistik gelenekte “görme” diye adlandırılan bir sezişten bahsediyoruz. Sunu söylemeliyim ki görme seviyesine ulaşmak, savaşçılık yolunun takipçisi olan bir kişi için en zor görevlerden biridir. Ve kişinin hangi geleneğe tabi olduğu önemli değildir. Önemli olan bu farkındalık seviyesine ulaşmış olan bir kişinin algılarını geliştirirken mevcut enerji akımlarını hissedebilmesi ve dünyanın özüne erişebilme yeteneğine sahip hale gelmesidir.

Kâhin, gözlerini kullanmak zorunda kalmadan- etrafındaki dünyayı kendi enerjetik yapısıyla algıladığından- “Görme”nin ne olduğunu yeterince açıklayabilecek anlaşılabilir kelimelerden yoksunuz. “Görme” ile ilgili her şey o kadar emsalsiz ki, onu salt görme duyusuyla karşılaştırmak için hiçbir nedenimiz yok.

Bir savaşçı “görme” halini sıradan bir insana açıklayamaz ama bu gerçek, sıradan bir insanın çalışarak bu seviyeye gelemeyeceği anlamına gelmez. Bizim kozmik enerji geleneğimizde, bir kişi bu duruma daha fazla sayıda kozmik titreşimi algılayarak ulaşır. Kozmik enerji titreşimleri kişinin enerji duvarıyla rezonansa girer. Yani genel olarak bir savaşçı sıradan bir insan gibi yalnızca gözleriyle değil, tüm bedeniyle görür. Şunu eklemeliyim ki görme esnasında bir savaşçının ne gördüğünü yanlış yorumlaması mümkün değildir. Gerçekte bu doğrudan bilgidir. Yorum hataları kâhinin izlenimlerini kelimelere dökerek açıklamaya çalışması sırasında ortaya çıkar.

Donanımsız bir kişi için kendi kendine görme haline geçmek hem enerjetik hem de entelektüel açıdan gerçek bir tehlike arz eder. Bu ifademe açıklık getirmek için geçtiğimiz yüzyılın önde gelen ezoteriklerinden P.D. Uspensky’nin bir çalışmasından alıntı yapacağım:

“Deneylerimizle ilgili en garip şey, yasam dediğimiz normal halimize geri dönüşümüzdü. (Benim anlayışıma göre) Bu an ölümü andırıyordu. Geri dönüş bir önceki gece yaptığım deneyden sonraki sabah uyandığımda gerçekleşiyordu. Bu deneyler genelde uykuya dalışla sona eriyordu ve rüya sırasında normal duruma geçiyor olmalıydım ki bir sonraki sabah günlük hayata ve normal dünyaya uyanıyordum. Fakat bu dünya o kadar kasvetli ki inanılmaz derecede bos, yavan ve zayıf görünüyor. Sanki her şey tahtadan yapılmış; dünya sanki çatırdayan tahta tekerlekleri, tahta düşünceleri, tahta duygu ve ruh haleti ile dev bir tahta makina. Her şey çok yavaş, hareket ediyorsa bile çok ağır ve çatırdayarak hareket ediyor. Her şey ölü, kalpsiz ve duygusuz.”

Böyle gerçek dışı, ölü, kısıtlı ve ayrışmış bir dünyaya uyanma anları korkunç olurdu. Gerçek, canlı, sağlam ve sonsuz bir dünyada kaldıktan sonra inanılmaz gelirdi.” Bana katılırsınız ki ancak çok az sayıda insan bu tür bir şoktan bir bedel ödemeden sağlam çıkabilir. Bu durumun başarılı ve güvenli bir şekilde deneyimlenebilmesi için, rutinleri ve görüntüleri toparlayabilmek, hayat prensiplerini yeniden tetkik etmek ve envanterini çıkarmak üzerine ciddi bir psikolojik eğitim alınması gerekir. Dünyanın mevcut tanımını yeniden düzenlemek uzun bir süreçtir ve bunun ne kadar zaman alacağı kişiden kişiye değişir.

İnsan doğası için, onun sosyal yaşamını oluşturan kavram ve prensiplerin çoğunun tutarsızlığını kabul etmek çok zordur. Davranışlarını kariyeri, refahı, çevresindeki insanlar, yaşamı ve daha da önemlisi ölümü üzerine düzenlemelidir. Bir kişinin kendi olumu meselesi, içinde bulunduğumuz toplumun ahlaki geleneğinin alanı dışında kalır. Bu yüzüstü bırakılmış bir meseledir ve tartışılmasından söz dahi edilemez. Kişinin en içten şekilde kendisiyle tartışması durumunda bile konu bir korku duvarına çarpar. Bu korku, doğal yaşamın değerini de azalttığı için, kişinin kendi olumu üzerine detaylı bir analiz yapmasının önündeki en aşılmaz engeldir.

Sıradan insanlardan farklı olarak bilgi yolunu takip eden savaşçılar bu meseleden kaçınmazlar. Hatta, bir savaşçı ölümün onun yanı başında oturan ve değiştirilemez ortağı olduğunun farkındadır. Ölüm, ona gizemli bir şekilde nasıl secimler yapması gerektiği, yasama stratejileri konusunda tavsiyeler verir. Örneğin eski Meksikalı samanlar, olumun insanların sol omuzlarının arkasında durduğuna, çoğu zaman ona tavsiye almak için başvurabileceklerine, sorularının kesinlikle yanıtlanacağına ve bu yanıtın tamamen dürüst ve hatasız olacağına inanırlardı. En zor kısım soru sormak için yeterince cesaretli olmaktaydı ve bunu yapabilecek çok az insan vardı.

Görmeyi zorlaştıran şeylerle ilgili daha önce söylediklerime geri dönersek, sunu belirtmeliyim ki bu duruma geçebilmek için eskiden gizli olan teknikler bugün artık kayıtlı durumda. C. Castaneda’nin çalışmalarından, Drunvalo’nun özetlediği Mer Ka Ba’nin tekniklerinden, Tibetli lama Bon Tentzin Vangial Rinpoche’nin ve daha birçoklarının kitaplarından söz ediyorum. Bence A. Ksendzyuk’un çalışmaları Avrupalı mantığına en doğrudan hitap eden çalışmalar. Kendisi yıllardır hem eski Meksikalı şamanların büyü kitaplarına hem de kendi kişisel deneyimlerine dayanarak görmenin üç boyutlu bir çalışmasını yapmakta. Özellikle kişisel deneyim, bu kadar geniş boyutlu bir sorun olan ”görme” ile ilgili kavramları ve gerçeklikleri tartışırken çok şey ifade ediyor. Ben kozmik enerji ile ilgili kendi kitabımda buna büyük önem verdim. Umarım sorunun tanımlanmasında seçilen yöntem (önemle ve devamlı olarak sözsel analizlerden kaçınmak) görme haline ulaşabilmek için yapılan pratik ve entelektüel çalışmalara katkıda bulunur.

A. Ksendyuk’un kelimeleriyle söylemek istiyorum ki teknojenik bir medeniyetin varlıkları olarak nadiren tüm sorunlarımızın ve kısıtlamalarımızın; en güçlü unsurları organizasyon, değişiklik ve kontrol olan bilincimizin iç ve dış evrenin belli bir alanına erişememesinden kaynaklandığı düşüncesine kapılırız. Bu da evrenin sıradan titreşimlerin dışındaki titreşimlerini de algılayabilmek için bilincimizin genişlemesi ihtiyacını doğurur. Bilincin, tabiatı ve fonksiyonlarının sırrı bugüne kadar açığa çıkmamış bir enerjetik olgu olduğunu unutuyoruz. Bugünlerde, konu hakkındaki yarım yamalak bilgilerimizi göz önünde bulundurursak, en azından kabul etmemiz gerekir ki bilinç rastsal olarak enerji alanları ve akımları üretebilen ve onlara belli özellikler tayin edebilen dengeli bir enerjetik sistemdir. Bizim geleneğimiz bu olguyu kendi kendini düzenleyebilme ve düzeltebilme yeteneği ile kendini gösteren titreşim frekansları olarak tanımlar. İnsanın tüm potansiyelinin burada yer aldığını söylersem hiç de abartmış olmam. Bir başka deyişle, kendi bilincimizi kontrol altında tutma prensiplerini öğrendikten sonra (ki bu insanın tek gerçek yaratıcılık unsurudur) bilinmeyen dünyalara erişebilir ve yeni realite türleri yarayabiliriz.

Sevgilerimle
Uluslararası Ekoloji Derneği
“Aurora Borelis” Başkanı
Akademisyen V. A. Petrov

XX. yüzyılın başında Walter Cannon çok temel bir kavram olan “akar denge” kavramını; vücudun temel içsel parametrelerinin sürekliliğini sağlamaktan sorumlu olan bütünsel, kendi kendini destekleyen organik bir sistem olarak tanımlamıştır. Modern tıp biliminde, organizmanın akar dengesi onun çok katmanlı yapısını yansıtan özel bir şema olarak gösterilmektedir. Bilimin şüphe götürmez ilerlemesini yansıtan bu şema, katmanlar arasındaki geçişlerin temel kurallarını açıkça tanımlar ve temel fonksiyonel organik alt sistemlerin durumunun detaylı bir resmini çizer.

Genel olarak, fonksiyonel sistemler teorisi, kendi kendini organize ve regüle eden yapılarla ilgilenen, seçkin Rus bilim adamı P. K. Anokhin tarafından ortaya konmuştur. Bu nedenle bu teori insan organizmasına da uyarlanabilir. Çok açıktır ki, insan yapısının fonksiyonel özelliklerini anlamak, öncelikle geleneksel tıbbi gelişmeler çerçevesinde hastalarına teşhis koyan ve onları tedavi eden doktorlar için çok önemlidir. Yine de, insan organizması ile ilgili fonksiyonel sistem yaklaşımının önemine rağmen, ben bu makalede dikkatinizi daha çok akar dengenin genel kavramlarına ve kozmik enerji titreşimlerinin, insanın enerji ve enformasyon dengesini korumasını sağlayan etkilerine çekmek istiyorum. Burada insan organizmasının istikrarı ve toleransı meselesi ile ilgili olarak geleneksel enerji ve bilgi yaklaşımlarını birleştiriyorum, çünkü bu tür bir sentezin son derece verimli olduğuna dair büyük bir inancım var.

Bir insan organizması (yaşayan her canlı gibi) çevresel faktörlerin etkilerini sürekli olarak hisseder. Reaksiyon şöyledir: Canlı bir varlık kendi hayati alt sistemlerinin göreli dinamik sürekliliğini korumak için elinden geleni yapar. Bu durumda, akar dengenin sağlanabilmesi için iyi güdümlenmiş aksiyonlardan bahsetmek için her türlü nedenim var. Bu arada, bu denge koruma dinamiği bir süreç olarak değerlendirilmeli, yani fonksiyonel parametrelerin zaman içinde sürekli değişmesi olarak. O nedenle, akar denge ile ben yalnızca sabitlikten bahsetmiyorum, aynı zamanda onun göreliliğinden ve zaman içinde değişme yeteneğinden de bahsediyorum. Bir insan, vücut ısısında çok az bir onamayla hem sert kutup koşullarında hem de tropik iklimde yaşayabilir. Bu durum insan vücudunun diğer “sabit”leri, örneğin kan bileşimi ya da tansiyonu için de geçerlidir.

Modern tıbbi ve biyolojik gözlemlere göre genelde, normal akar denge alt ve üst limit aralığı sağlıklı bir insanda hasta bir insana göre çok daha azdır. Gerçekten de sağlıklı bir insanın vücut ısısı 36-37 derece aralığında değişir. Normalden uzaklaşıldıkça, örneğin belli hastalıklar nedeniyle ateş yedi kat artıp azalabilir. Bir başka deyişle, insanlar önemli bir değişiklikten geçiyorlarsa akar denge aralığı genişler. Benzer şekilde diğer parametreler için de tahmin yürütülebilir. Şunu söylemeliyim ki uzun süre normal akar denge aralığının dışında kalmak genellikle ciddi hastalıklarla, hatta ölümle sonuçlanır. Bu önerme şu şekilde örneklendirilebilir: eğer bir kişi kendisini çok yüksek ya da düşük ısı koşullarında bulursa ve bu ortamda uzun süre kalırsa ya soğuk algınlığı geçirir ya da yüksek veya düşük ısı nedeniyle termal şoka girer. İnsan vücudu sürekli değişen faktörlerin etkilerine nasıl uyum sağlayabilir? Modern tıp ve biyoloji akar dengenin korunması için iki temel yol önerir. Birinci yol reaksiyona neden olan uyarana karşı herhangi bir reaksiyonun /tepkinin doğmaması (a-reaktivite / tepki vermeme), ya da uyarana karşı gelecek yeterlilikte bir reaksiyon oluşmasıdır (reaktivite). Herkesçe bilinir ki evrensel olarak insanların, nitelikleri birbirinden farklı dış etken maddelere (ajanlara) reaksiyonları, o etken maddelerin etki gücüne ya da biyolojik aktivite seviyelerine bağlı olarak büyük değişkenlik gösterir. Daha önce asla var olmamış, ama bugün günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş, ilaçlar, boyalar, plastik vb suni maddelerin benzer reaksiyonlara yol açmaları şaşırtıcı değildir. Ancak bizler yalnızca adaptasyon yollarının niteliklerini değil, etken maddenin de niteliklerini akılda tutmalıyız. Bir Rus biyoloğun vardığı sonuca göre, evrim sırasında geliştirilen genel uyum reaksiyonları özel değildir ve her bir etken maddenin miktarının (ya da özelliklerinin) de genel hikâyeye eklenmesi gerekir.

Bu, sıradan bir insanın dış etkenlere verdiği tepkiler söz konusu olduğunda akar dengenin korunması ile ilgili bilimsel bir yorumlamadır. Ancak kozmik enerji uygulayıcısının (kendisini ilave enerji titreşimlerine uyumlamayı öğrenmiş birinin) tepkileri oldukça farklıdır. Öğrencilerimle yaptığım çalışmalar sırasındaki deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki kozmik enerji uygulaması sırasında bir organizmanın uyum potansiyeli çok artmaktadır. Zehirlenme ya da hipodermi gibi fiziksel ve kimyasal dış etkenlerin çoğunun, kozmik enerji uygulayıcı üzerindeki etkisi oldukça düşüktür. Benzer şekilde ejderha bakışı ya da hoodoo olarak bilinen bir tür enerjetik bir tesirin, kozmik enerji uygulayıcıları üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır.

Şimdi de akar dengenin korunmasının bir başka yolu olan a-reaktiviteden, yani bir etken maddeye hiçbir tepki vermemekten bahsedelim. Modern tıp yalnızca güçlü ve sağlıklı insanların kendiliklerinden a-reaktivite gösterebileceklerini söyler. Bu insanlar genelde hastalanmazlar, en sert koşullarda bile kendilerini iyi hissederler ve genç görünürler. Bazı bilim adamları ister doğal ya da insanlar tarafından yaratılmış olsun, ekstrem koşullarda (örneğin kuzey kutbunda ya da aşırı sıcakta) yaşayan insanların da a-reaktivite geliştirdiklerini kaydetmişlerdir. Araştırma sonuçlarına göre akar dengenin enerji tüketimini azaltarak korunması, a-reaktiviteyi sağlayabilmede çok önemli bir rol oynar. Ve bunun karşılığında a-reaktif olmak da kişinin akar dengesini koruması için harcamak zorunda olduğu enerjiyi en aza indirmesine yardımcı olur. Bu da çok gerekli olan içsel enerjinin korunmasını sağlar. Kozmik enerji uygulamaları ile ilgilenen kişiler bilmelidir ki dış etkenlere tepki vermemek daha geniş çapta kozmik enerji titreşimleri ile etkileşime girmeyi sağlar. İkinci önemli nokta da a-reaktivitenin bir kişinin karmaşık titreşim sistemini dengesiz bir halde tutması ve optimal davranışı temin sağlamasıdır. Tıp biliminden günlük hayata geri dönersek, yogilerin, hristiyan ustaların, zahitlerin ve diğer ezoterik ekollerin müritlerinin çeşitli olayları tarafsız olarak algılayabilmek için kendilerini içgüdüsel olarak kapattıklarını; akar dengelerini korumaya ve kozmik titreşimleri algılama yeteneklerini geliştirmeye çalışırken a-reaktiviteyi uyguladıklarını söyleyebiliriz.

Ancak bu uygulamalar toplumla olan tüm bağın kopmasını gerektirdiklerinden dış uyaranların ve etkilerin sayısı da azalmış olur. Örneğin ortodoks gelenekte 3. Seviyedeki bir rahibe Schema-Keşişi denir. Bunun için rahibin kendisini dış dünyadan soyutlamış, örneğin Tanrıya sürekli bir yakarış ya da uzun bir oruç dönemini takip eden bir sessizlik dönemini başarıyla tamamlamış olması gerekir. Böyle bir keşiş usta haline gelir ve bir tecrit hayatı yaşamaya başlar. Bunun sonucu olarak da güçlü bir a-reaktivite durumuna eş bir mertebeye erişir. Hinduizm geleneğine göre elli yaşındaki erkeklerin ailelerini terk edip vahşi ormanlarda yaşamaya hakları vardır. Uzun sure inzivaya çekilmek ve sosyal baskıları azaltmak da ayrıca a-reaktivite geliştirmenin temellerini oluşturur.

Daha önce de bahsettiğim gibi, a-reaktif olarak bir kişi dış enerjileri büyük ölçüde alabilme olasılığını kazanır. Kozmik enerji uygulayıcısı kendisini farklı frekanstaki dış elektromanyetik dalgalara uyumlar ve organizmasını korumak, yeniden canlandırmak ve doğru çalıştırmak için kullanabileceği hatırı sayılır büyüklükte bir enerji alır. Şunu belirtmeliyim ki kozmik enerji uygulamaları herhangi bir izole yaşam sürmeden, kısa bir süre için a-reaktivite durumuna geçebilmeye yardımcı olur. Ayrıca bu uygulamalar herkese açıktır, dolayısıyla bizim geleneğimizin avantajı ortadadır.

Toparlamak gerekirse okuyucunun dikkatini bizim tekniklerimizin ileri tıbbi araştırmalarca kanıtlandığına ve yukarıda sayılan avantajlarının onu, kuantum sıçramasının eşiğinde en öncelikli konuma getirdiğine çekmek istiyorum.

Sevgilerimle
Uluslararasi Ekoloji Derneği
“Aurora Borelis” Başkanı
Akademisyen V. A. Petrov

En son makalelerimde yazabildiğim kadarıyla Realitenin genel bir krokisini çizmeye çalıştım. Algılama bariyerimiz tarafından bize kapatılan Realite krokisi. Realitenin krokisi insanlaştırılmış modellerden ya da biz kozmik enerji savaşçıları tarafından keşfedilenden tamamen farklıdır. Bu Realite o kadar sinirsiz, şaşırtıcı ve harikadır ki insan zihni en ufak bir pırıltısını bile anlama yetisine sahip değildir. Aynı zamanda kati bir disiplini izleyen herkese de açıktır. Onun kapısında yapışıp kalmış bir sürü efsane anlatıcısını da anlayışla karşılıyorum. Bu insanlar yalancı değiller. Sadece, insan akli tarafından üretilen bir Realite efsanesinin yalnızca bilinen olaylar ve kavramlardan oluştuğunu anlayamıyorlar. En bilgin kişiler bile bu kısır döngüden kurtulmaya muktedir değil.

Bazen bu kişinin anlattığı efsanenin oldukça çekici ve mantıklı olduğunu kabul etmemiz gerekir, ama yine de bu yalnızca bir “de javu” derlemesi olarak kalır. Sağduyu ile bile bakıldığında bilinen fikirlerin, olayların ve fenomenlerin lineer düzeninin Realitenin sinirsiz çeşitliliğini tarif edebildiğine inanmak için hiçbir nedenimiz yok. Bununla birlikte insan akli bu derin gizde bir yarık açabilmek için elinden geleni yapıyor. Sonra yeni eğilimler, hipotezler ve stratejik yasalar vuku buluyor. Mantığımı kavramaya çalışın – Zeka, sonsuzluğu bir takım seçilmiş ve bilinen olay ve kavramla açıklamaya karar verdiğinde fenomenler yasalara dönüşüyorlar.

Böylece olaylar ve fenomenler rastsal olarak ya da ele alma önceliklerine göre seçilir. Ondan sonra akil bunları mantıklı olabilecek geçici lineer bir sıraya sokar. Burada bir parantez açmak gerekirse, size hatırlatmam gerekir ki mantık insan icadi bir şeydir, bir başka deyişle aklin bir ürünüdür. Ancak bu durumda soyut bir model inşa edilebilir. Bu model olayları tahmin etmekte kullanılabilir ve geriye donuk analiz yapmaya imkân tanır. Böylece akil, oynayabileceği çekici bir oyuncak koparmış olur ve bir kural olarak da sahibinin ölümüne kadar onunla oynar. Bu modelle kendi hipotezini destekleyen gerçekleri toplaması zor olmaz. Bu bir kişisel bilgi derinliği meselesidir. Eminim bu ezoterik teorilerin izlediği yoldur. Ve yalnız ezoterik teorilerin de değil. Örneğin Evrim teorisi, Darwin’in bilinen lineer modeline lineer olmayan zaman kavramı getirildiğinde ve klasik Darwinizmin parçası olmayan gerçek olaylar analiz edildiğinde, karaya oturmuştu. İnanıyorum ki bir sosyal model olarak komünist toplum modeli de mantık ve açık cazibesine rağmen gerçek örneklerle karşılaştığında yüzüstü kapaklanmıştır. Ve bunun nedeni de aynıdır.

Madam Blavatskaya ve antroposofer Steiner’in modellerine yasam veren bu akildir. Bu “Evren Modelleyicilerinin” daha az yetenekli olan disiplinleri, kendi kült figürlerinin mental yapılarını şakacı şüphecilerden ve iyi eğitimli siniklerden kıskançlıkla korurlar. Onlar Realitenin sinirsiz çeşitliliğinden belli gerçeklikleri ve efsaneleri titizlikle seçerler ve bunlardan kendi favori teorilerinin duvarlarını örerler. Efsaneler onları anlatanların ikna güçleriyle ivme kazanır. Ve bu kendi kendini hipnotize etmekten başka bir şey değildir.

Söylemeliyim ki bu tur modellerin sayısı ciddi seklide artıyor. Ne çılgınlık! Şu ya da bu teorinin gayretkeş destekçileri ve onların yandaşları entelektüel meyillerde bir yarık etrafında toplanıyor. Her bir klan, kendi emsalsizliğini gösteren direklerin üzerine kendi renklerini kazıyor ve cahil insanlığın üzerine Realitenin planlarını sunmaya tek yetkili olarak görüyor. Bu ortam, yeni peygamberlerin, Buda’nın, İsa’nın ve Muhammed’in ortaya çıktıkları yerdir. Benim görüşüme göre sapkın serseriler ve akil hastaları bu tayfada en sık rastlananlardır. insan zekâsı kendisinin her şeyi bilme gücü olduğunu düşünür ve bu konuda saplantılıdırlar. Entelektüel mezhepçilik, kendi entelektüel yeteneklerini tanrıçalaştırmaya kalkan insanlığın ödemek zorunda kalacağı bir bedeldir.

Çoğu zaman heyecanlı şapşallar ordularının, mistik derneklerin ve okült gelenek disiplinlerinin, mahvolmuş toplumu kurtarma telaşında bu önemli misyonu yüklendiklerini duyarız. Bu acil durum misyonerleri insanlığın kaderi ile ilgili bazı kıyamet senaryoları icat ederler ve bu trajik sondan, kendi düşündükleri yöntemlerle kaçınılabileceğini ilan ederler. Bu şekilde etrafta koşturmanın bir çekim alanı oluşturarak yeni yandaşları ve deli koğuşlarını girdaba çekecek bir güç yaratıp yaratmadığını merak ediyorum. Yazık! İşte bu şişirilmiş aklin bedeli.

Bununla birlikte insan akli Realite’yi keşfetmek için çok güçlü bir araçtır. Ancak her zaman akılda tutmalıyız ki bu bir araçtır, yaratıcının kendisi değil. Akil aşağı seviyede tutulmalı ve dizginlenmelidir. Yoksa çok fazla hararet ve dert açacak. Bir çok geleneğin akli dizginlemek için belli yöntemler kullandıklarını biliyorum. Birçoğu binlerce yıldır kanıtlanmış. Bunlar oldukça kişisel teknikler: bir kısım insan için uygun değil ama başkaları için efektif olabiliyor. Ama kullanılan teknik o kadar da önemli değil. Önemli olan nokta kişinin kibirsiz bir savaşçı bilinci, sürekli alçakgönüllü davranışları ve bu farkındalık ile yaşaması. Bana öyle geliyor ki ancak bu şekilde başarma şansı ve tünelin ucunda ışık var.

Daha sonraki makalelerimde size bir savaşçının yasam tarzı ile ilgili kozmoenerjetik kuralları açıklayacağım. Ama izin verin simdi aklin yetenekleri ve eksiklikleri ile ilgili sözsüz bir dialogla devam edeyim.

Benim “akil” dediğim sonradan edinilmiş insan niteliği farklı geleneklerde farklı şekilde adlandırılır. Örneğin antik Toltek bunu “Tonal” olarak bilirdi. Hint sutralarinda ve Dao kitaplarında ise buna “Zihniyet” denirdi. Adına ne dersek diyelim öncelikle akılda tutmalıyız ki bu özellik emsalsizdir. Hiçbir maddi varlık buna sahip değildir. Aklın zuhurları bazı omurgalı primatlarda, yunuslarda vb görülse de bu yalnızca başlangıç seviyesindedir. Zekâsını uzun suredir geliştiren tek canlı insanoğludur. Şüphesiz entelektüel yetenekler insandan insana, kabileden kabileye, medeniyetten medeniyete değişir ve hepsinin kendi özellikleri vardır. Entelektüel davranışın ana noktası analiz ve sentez yetenekleridir.

Akıllarını dizginlerken bizim geleneğimizin savaşçıları temel fikirleri, kavramları ve direktifleri analiz etmekle başlarlar. Keşfedilmesi ve gözden geçirilmesi gereken tam da bu kümelenmedir. Bunu yaparken savaşçının yolunun fikir ve konseptlerinin yeri en ön saflardır. Entelektüel çalışma gereksizdir ve enerjetik açıdan da faydasızdır. Yeniden düzene koyma ve eksiltme Zekayi zayıflatmaz, yalnızca regüle eder ve sonuç olarak da güçlendirir. Daha sonra da savaşçılar gerektiğinde akıllarını nasıl kapatıp mental süreçleri nasıl yükleyeceklerini öğrenirler. Bu durumda, savaşçının zihni hakkıyla kullanılan bir yardımcı haline gelir ve bu aynı zamanda savaşçının içsel enerjisini büyük ölçüde korur.

Sonuç olarak okuyucunun dikkatini şu fikre çekmek istiyorum: insan akli Realiteyi keşfetmenin çok güçlü bir yoludur. Savaşçı açısından dizginlenmeli ve onun enerjetik ve enformatif yapısında yerini almalıdır.

Sevgilerimle
Uluslararasi Ekoloji Derneği
“Aurora Borelis” Başkanı
Akademisyen V. A. Petrov

Son yıllarda biyoloji alanındaki hızlı gelişmeler sayesinde bilim adamları şu sonuca vardılar: İnsan vücudundaki her bir hücre, tüm organizmanın kıymetli bir kopyasını yaratmaya yetecek kadar bilgi içermektedir. Tüm klonlama deneyleri bu özelliğe dayanmaktadır. Bir hologramın da buna benzer özellikleri vardır. Hologramın genel olarak, bağdaşık ışık dalgalarının birbirine karışması sonucunda oluşan volumetrik bir resim olduğunu okuyucuya hatırlatmama izin verin. Hologramın her bir parçasının nesnenin bütününe dair tüm bilgiyi içermesi holografik bir imajı karakterize eder. Bu olguların açık benzerliği, somut- dünyevi- biokimyasal insan bedeninin, bir holografik alan imajı üzerine inşa edildiği hükmünü formüle etmemizi mümkün kılmaktadır.

Bu hologramın tüm organizmanın doğumundan önce ortaya çıktığı bugün deneysel olarak kanıtlanmıştır. Yani bu dalga imajı – hologram, aynı zamanda fiziksel bedenin gelişimini de belirlemektedir. Örneğin P.P Garyaev, “Bölünen hücrelere ne zaman bacakları, elleri, kafayı oluşturmaya başlaması gerektiğini emreden kesinlikle bu imaj – hologramdır.” der. Bir dökme kalıbın döküm malzemesiyle dolması gibi, bu dalga imajı da maddenin içini doldurur. Buradan da mantıksal olarak “her canlının fiziksel boyutta yaratılışının önceden belirlenmiş dalgasal bir holografik program altında gerçekleştiği” mütaalasına varılır. Bu makalede, gelecekteki insan vücuduna ait bir hologram dalgasının nereden geldiği sorusunu bir kenara bırakacağım. Şunu belirtmek yeterlidir ki vücudumuz holografik bir imaja dayanarak yaratılır ve şüphesiz bir takım özellikleri içinde barındır. Bunlar kesinlikle basit molekülleri daha karmaşık moleküleri oluşturmaya zorlayan ve oradan lifleri, DNA’yı, RNA’yı ve daha sonra da tüm organizmayı oluşturan hologramlardır.

Şimdi modern fiziğin bazı buluşlarından ve hipotezlerinden bahsedelim. Şunu söylememiz gerekir ki elektronun doğasındaki ikiliğin (dualizmin) keşfi geçen yüzyılın başına uzanır. Yapılan bazı deneylerde elektronlar partikul gibi davranmış, bazı deneylerde ise dalga özelliği göstermişlerdir. Atom altı parçacıkların ikili bir karakterde olmaları, A Einstein’ın ünlü E= mC2 formülünde yer aldığı gibi, enerji ve madde arasındaki ilişkinin bir yansımasıdır. Madde ve enerjinin birbirlerine çevrimi, maddenin enerjiye ve enerjinin de maddeye dönüşme olasılığını belirler. Çoğu kez bu muhteşem buluşu dikkate almıyoruz. Son araştırmalar gösteriyor ki, örneğin elektromanyetik bir alana ya da ışığa ait bir parçacık yavaşlatıldığında bir partikul haline gelir, yani katı yapılara (özellikle bir kütleye) ait bazı özellikler kazanır ve aynı zamanda dalga özelliğini de muhafaza eder. Yani ışık-madde dönüşümü anında, bir fotonun yavaşladığı ve katılaştığı söylenebilir. Aşağıdaki görüşe göre: “… Elektronun sertliği hakkındaki makroskopik iluzyon, atom altı parçacıklar dünyası fiziğinin kavrayışı ışığında eriyor. Burada bir atomun büyük kısmının esasında boşluktan oluştuğunu ekleyebiliriz. Bu boşluğu dolduran küçük parçacıklar, aslında sadece ışığın katılaşmış fotonlarıdır. Dolayısı ile mikroskobik düzeyde her madde aslında ışığın katılaşmış halini temsil eder.” Yani buradan da fiziksel bedenimizin temel olarak boşluk ve ışıktan oluştuğu ortaya çıkar.

Madde ışığa benzer özellikleri edinindiği anda, ışığınkine benzer belli titreşim özellikleri kazanabileceği de varsayılabilecektir. Bir maddenin yoğunluğu ne kadar fazlaysa titreşimleri de o kadar küçüktür. Kozmik enerjinin insan yapısı ile ilgili anlayışı ile modern bilimde elde edilen başarılı çalışmalar bu noktada açıkça örtüşmeye başlar. Gerçekten, donanımlı bir kozmik enerji uygulayıcısının üzerinde çalıştığı 11 insan katmanının (zarfların) hepsi, aslında fizik teorisi çerçevesinde oldukça önemli formasyonlardır. Aynı zamanda fiziksel anlamda bu zarfların arasındaki farklar onu oluşturan maddenin yoğunluğu ve titreşimlerinin frekanslarıyla belirlenir.

Böylece artık insanın fiziksel bedeninin bir holografik dalga programı altında yaratıldığı konusunu netleştirdik. İnsan vücudunu oluşturan maddeyi, mikroskobik seviyede katılaşmış ışık iplikçikleriyle tarif etmek mümkündür. Bu maddenin frekans özelliği, yoğunluğu ile ters orantılıdır. Bir başka deyişle ince insan bedenleri, kaba fiziksel bedenlerine göre daha az yoğunluktadır ve daha büyük titreşim frekansına sahiptir.

Ayrıca evren, bakıldığında yanıp sönen iplikçikler gibi görünen ve titreşen sonsuz sayıda enerji alanlarından oluşur. Burada duyurmak isterim ki uzayla ilgili bizim kendi deneyimlerimize dayanan bilgilerimiz bilimsel olarak büyük ölçüde doğrulanmaya başlanmakta. Özellikle modern temel fiziğin sicim (iplikçikler) teorisi evreni çok benzer şekilde tanımlamaktadır ve fizikçilere göre bu iplikçikler muhtemelen dünyanın yaratılışının temel menşeini temsil eden supersimetrik sicimlerdir. Ancak bu tür bir tanım fizikçiler arasında tartışmalara neden olabilecekken, donanımlı bir kozmik enerji uygulayıcısı için açık bir gerçekliktir. Bir kez daha eklemek isterim ki, yakın zamanda ortaya çıkan bazı bilimsel teoriler holografik prensipleri evrenin bütünü seviyesine yayarak kadim bir Hermes önermesini: “Allta olan aynı zamanda üsttedir.” teyit etmişlerdir. Bu teori çerçevesinde evrenin kendisi büyük bir uzay hologramı olabilir. Evren her bölgenin, bütünün bilgisini taşıdığı büyük bir enerjetik etkileşim kalıbıdır. Ama katı bir fotoğraf yerine holografik imajların akışkan ve değişen dünyasıdır.

Burada ortaya konan gerçekler çerçevesinde, insanın ve evrenin enerjetik benzerliği ve birliği en derin şüpheciler için bile ikna edici olmaya başlamıştır. Benim açımdan kozmik enerji, bugüne kadarki en gelişmiş bilimsel teorileri bile aşan bağımsız bir bilgi sistemidir ve aynı zamanda ünlü fizik kurallarıyla çelişmez. Kozmik enerji lugatından iblisler, şeytanlar, yukarıdan bakma, zarar verme (çileden çıkarma) gibi modası geçmiş terimleri çıkarıp tek bir enerji terminolojisine ilerlemek yeterli. Böylece bilim ve kozmik enerji bilgileri arasında görülen tutarsızlıklar tamamen ortadan kalkar ve bu iki beşeri deneyim sahası birbirlerini tamamlayıcı ve ilerletici hale gelirler.
Haydi kozmik enerji teknolojilerinin ana önermelerine kısaca deyinelim ve onları bilimsel gerçeklikler olarak kabul edelim.

Bizim sunduğumuz bilgilere göre, evrenin uygun enerji alanları ile tınlayan insan yapıları fiziksel dünyayı bir şekilde algılamayı garanti ederler. Ancak şunu söylemeliyim ki bu algılayış insanoğluna açık olan yegane algılayış değildir. Sıradan bir insanın diğer dünyaları algılayamamasının nedeni içinde saklı olan dar görüşlülüğü değildir. Buradaki mesele, hepimizin çocukluğumuzdan itibaren belli enerji kümelerinin titreşimlerine “ayarlanmış” olmamızdır. İşte tam da bu kümenin kendisi bizim dünyamızdır.

Aynı zamanda, eğer bir kişiye kendi iç enerji yapısını bir başka enerji alanı kümesine uyumlamayı öğretirsek bu kişi bir başka dünyayı mutlak gerçeklik olarak algılar. Ve eğer biri bu öğrenciyi yalnızca iki-üç düzine kadar daha titreşime uyumlarsa kendi normal dünyamızda bu kişi şifa vermek gibi bazı ek yeteneklere sahip olur.

Bu anlamda, bir insanın ancak bazı uygun eş-uyumlama eğitimlerinden sonra edinebildiği muazzam içsel yeteneklerinden bahsetmek gerekir. Kozmik enerji uygulamalarının sanatı ve gayesi, öğrencinin evrenin ilave titreşimlerine güvenli ve hızlı bir şekilde uyumlanmasından ibarettir. Bu ilave uyumlanmaları kazanan kişiler evrenin imgelenemez dünyalarını algılayabilir hale gelirler ve ekstra yetenekler (sydh’ler), bozulmaz bir sağlık ve fiziksel yaşamımız içinde bir hayat gayesi elde ederler.

Kozmik enerji, insanlara bilinçlerini genişletmeleri ve nitel olarak yeni bir yaşam düzeyine geçmeleri için bağışlanmış büyük bir armağandır. Yetenekleriniz gerçekten çok büyük ve yalnızca kozmik enerji tekniklerini öğrenme arzunuz bile bunları bu yaşamınızda gerçekleştirebilmeniz için yeterli olacaktır.

Sevgilerimle
Uluslararasi Ekoloji Derneği
“Aurora Borelis” Başkanı
Akademisyen V. A. Petrov

Bizi çevreleyen dünya bir sırdır ve insanoğlunun görevi, yeryüzündeki zamanı ve gücü yettiğince onun anlamını keşfetmektir. Ben şahsen, aslında her kişinin kayda değer tek sorunun bu olduğundan eminim. Aslını isterseniz, bu bir mücaadeledir ve onu kabul edenler en yüksek saygıyı hak ederler. Hiçkimse geleceği göremez ve kimin Bilgi’de ne kadar ilerleyebileceğini tahmin edemez. Ancak, sırf onu takip etme niyeti takipçisine, insanoğlunun bin yıldan uzun zamandır kendi filozof yanının arayışındaki ilerlemesine eş değer bir yaşam hissi verir. Bilgi’nin bir kısmı oldukça zorludur, kişisel gücün en iyi voltajını gerektirir ve her zaman güvenli değildir. Yalnızca çok cesaretli kişiler onu takip eder ve bu kısa makale tam da bu kişilere hitap eder. Ben bugün, toplumun bu yola girmekte olan entellektüel bir kısmına hitap ediyorum. Ve şüphesiz kozmik enerji geleneğinin kurucusu ve takipçisi olarak, bu tür bir yolun yararlarını açıklamayı amaçlıyorum.

İlk olarak, önemsiz bir görüşmüş gibi görünen bir şey söyleyeceğim; bir insanın potansiyel kaynakları muazzamdır. Paranormal yetenekleri olan bir kişinin geleneksel hale geldiği ve engizisyonun ya da bir psikiyatri derneğinin ateşlerinde cezalandırılmadığı günümüzde, sanırım bu gerçek özel bir kanıt gerektirmiyor. İnsanlığın büyük çoğunluğu kendi doğasının, egemen materialist model tarafından yakın geçmişte tamamen dışlanan bu özelliklerinin varlığını, basbayağı kabul etmek zorundadır. Sonunda, bariz gerçekler bizi, kendimizle ilgili bilgilerimizin oldukça yüzeysel olduğunu kabul etmeye zorlamıştır. Delfi’deki Apollo tapınağı üzerinde yazanları bilmeli ve hatırlamalıyız: “Kendini kavramalısın!” Ve ilk bakışta şu İncil metni de paradoksal bir önerme içerir: ”Cennet Krallığı insanın içindedir.” Bununla beraber, tarihin sonradan yazıldığının ve bizim anlatılan olaylarla mesafemiz arttıkça onların daha anlamlı göründüğünün farkında olarak, her iki kadim alıntının da zaman içinde fazladan bir önem kazanmadığını ve insanlığın ilkel yanı tarafından henüz tam olarak takdir edilmediğini kabul etmeye hazırım.

Bir insanın ve Realitenin kozmoenerjetik kavramlarının duyurulmasına gelirsek, sıradan bir insanın günümüzde bu Realitenin yalnızca kısıtlı bir bölümünü algılayabildiğini öncelikle vurgulayayım. Ancak bu üzüntü verici duruma rağmen “insanlığın uygarlaşmış bir kısmı tamamen temelsiz bir şekilde kendilerini hem insanlığın varoluş alanında hem de Realitenin tüm planlarında deneyimli uzmanlar” olarak görmekteler. Hristiyan geleneğinde, kişinin kendisini böyle kabul edilemez bir şekilde ve abartılı ölçüde takdir etmesi insanın küstahlığına verilir ve Kilisenin doktrinlerine göre Dehşet Mahkemesinde sahibinin hiç de yararına olmayan sonuçlar doğurur.

Şuna işaret etmek gerekir ki, eğer ölümcül kibirin sahiplerini dışarıda tutmazsan ve insanlığın bu kusurdan yoksun olan kısmına hitap etmezsen; ortada parlakça ifade edilmiş bir küstahlık olmaması bile, burada yerleşiklere Realitenin algılanmasında bir avantaj sağlamaz. İnsanlığın çok büyük bir çoğunluğu oldukça kısıtlanmıştır ve toplumda kabul edilen ahlaki standartlara uymakla doğrudan bir alakaları yoktur. Bu standartlara uymak ancak kişinin onlara riayet etmekte enerjetik bir yarar görmesi durumunda meşrulaşır, fakat bu konuyu daha sonra tartışacağız.

İnsanın Realiteyi anlamakta karşısına çıkan ilk engel, algılan enerjinin son derece az olmasıdır. Gerçekte Realite hakkında bildiğimiz her şey algılanan bu küçücük kısmın içindedir ve şüphesiz bu Realitenin bütünü hakkında ciddi bir sonuca varmamıza yetmez. İnsanların trajedisi, tüm dikkatlerini algıladıkları uzayı tariflemeye, oradaki olayları ve konuları analiz etmeye sabitlemeleri, bu önemsiz algılama dışındaki sınırsız Realiteyi unutmalarıdır. Doğru, zeka böyle uzun süreli bir zihin alışkanlığı, inceleme ve analiz-sentez gibi çalışma metotları ile ilerlemiş ve güçlenmiştir. Bu, eğer yayılma alanının sınırlandırabilmesi mümkün olsa, şüphesiz bir avantaj olarak değerlendirilmelidir. Ama, ah ki öyle olmadı. İnsanlık entellektüel şemalar, sistematik hiyerarşiler yaratma ve bunu hala bilinemeyen Realiteye aktarma çabasına girdi. Böylece insan zekasının büyüklüğü ve Dünya’nın temel zihinsel uygulamalarla bilinebileceği yanılsaması doğdu. Realite insanlardan uzaklaşırken onların varlıklarının tek temel kaynağı olmaya devam etti.

Bu bölümde modern bir filozof olarak tanınan ve Toltec geleneğinin bir takipçisi olan A Ksendzyuk’tan bir alıntı yapmak uygun olacaktır: “İlkel entellektüeller kendi yarattıkları “nesnelerin” her bir özelliğini -niteliğini, yaygınlığını, hangi elemetlere sahip olduğunu- ölçümlediler; böylece tüm mental işlemler ilk safhalarından itibaren dünyayı bir mental kavrama derecesine indirgedi ve bu da dış dünyayı sıkıcı ve monoton metamorfozlar olarak ifşa etti. Çok basit bir mantıkla, insan dünyayı içinde cennet, yıldızlı bir kubbe, üç boyutlu yeryüzü şekilleri, dağlar, ormanlar, denizler, insan yerleşimleri olan büyük bir kutu olarak algılar. Hatta en yüce varlık olan Tanrı bile bu kutunun dışında belli bir yerde bulunur ve bir akvaryumcu gibi kendisi tarafından yaratılmış varlıkları izler. Dil, zekanın varolma yollarından biridir. O dünya tanımının dilbilimsel modelini ve boşluğun zeka tarafından asimile edilmiş anlambilimsel sınırlarını ortaya çıkarır.” Bu alıntıya ancak şunları ekleyebilirim; insanlarla kişisel diyalog deneyimlerimden çıkardığım acıklı sonuç şudur: “ilkel entellektüellerin devrinden bu yana maalesef çok az şey değişmiştir. Ve benim çağdaşlarımın da buna çok benzer bir dünya anlayışları vardır.

Uygulamada Realitenin yerine tamamen tanımı konmuştur. Ve bu tanımın varsayımsal gücü, soyut şemalar ve modellerin mükemmel hale getirilmesiyle, sınıflandırmaların sayısının artırılmasıyla ve buna uygun olarak insanın filozof aklını meşgul eden oyunlar ve manipulasyonlarla birlikte artacaktır. Modern insanın zihni; o tuğlalardan, yazılardan, karmaşık neden-sonuç dizinlerinden çok fazla sayıda yapısal imajlar (geştallar) biriktirmiş ve onların yardımıyla kendisini Realite’den kopararak tutuklaşmıştır.

Böylece, uzay ve insanla ilgili bilgi toplamanın tek yolunun algıların genişletilmesinden ve sonuç olarak hali hazırda algılananlardan başka realitelerin de anlaşılmasından geçtiği açıktır. Eski büyücüler, mistikler, tüm ekollerin ve geleneklerin yogileri, çeşitli dinlerin taraftarları nesillerdir bu yolu izlemektedirler. Bu insanlık yolu her zaman tehlikeler ve engellerle dolu, zorlukla yürünen, uzun ve acı dolu bir yoldu. Ama zaman değişmekte. Daha önce benzeri olmayan verimlilikteki yeni teknikler bir çok insan için açık hale geldi. Bu teknikler ilerlemiş zeka ile birlikte ortaya çıkarak sonunda kendi yerini, yolunu ve gerçek kabul edilebilirliğini sağlamalıdır. Bu teknikler, kişinin enerji yapılarını daha önce algılanamayan Realitenin titreşimleri ile aynı seviyeye getiren kozmik enerji metodlarıdır.

Çok emin şekilde teyit edebilirim ki 30 ya da 40 kozmik enerji titreşimine sahip bir kişi algısını değiştirme ve Realitenin sayısız dünyalarına gidebilme yeteneğine kesinlikle sahiptir. Bu olasılıkların gerçekleşmesi için deneyimli bir kozmik enerji uygulayıcısının yönetiminde enerji yapılarına uyumlanmakla başlamak yeterlidir. Bu aşamayı Kozmik Enerji geleneğimizde “frekansları yapma” olarak adlandırılan kişisel çalışmalar takip eder. Gerçekte bu dönem, çırağın evrende yeni bulunmuş titreşimleri algıladığı dönemdir. Bu şekilde o bu kanalların renklerini iç görüsüyle görebilir, tatlarını hissedebilir ve hatta kokularını bile duyabilir. Frekans yapma döneminin süresi kişiden kişiye değişebilir ama genel kural olarak düzenli çalışan bir kişi için bir yılı aşmaz. Benzer şekilde, önce tehlikeli ve uzun bir entellektüel teori aşamasını geçtikten sonra bilgi frekansları ile yapılan çalışmalar, Realitenin kendisinden doğrudan bilgi almaya imkan verir. Üstelik zeka, bu işlem için fazlalık olan yoğunlaştırılmış konsantrasyonundan arındığında ve şimdiki zamanda çalıştığında üretken hale gelir. Her şeyi bilen yaradanın rolünü üstlenmeye çalışmadığında zeka kendi fonksiyonlarını efektif şekilde yerine getirmeye başlar. Yapılan uyumlamalar ve verilen eğitimler sonunda bir kisi kendi gelişiminde yeni bir adım atar ve kendi kavrama ve hissetme yeteneklerini artırır ve dış dünyayı analiz edebilir. Eğitimler sırasında temelleri atılan “Görme” yeteneği, Bilgi yolunda sonsuz şekilde ilerlerken kullanılacak doğru bir pusuladır.

Şans ve Güç, özgürlük yolunu izleyen savaşçıların yanında olsun.

Sevgilerimle
Uluslararasi Ekoloji Derneği
“Aurora Borelis” Başkanı
Akademisyen V. A. Petrov